12 Mart 2013 Salı

KAYIP BİR DAHİ.MODERN ÜNİVERSİTE TARİHİNİN EN GENÇ PROFESÖRÜ; ÜSTELİK YURDUMUN İNSANI.Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu

Lütfen birkaç dakikanızı ayırın ve bunu okuyun dostlar.Böyle bir değerden nedendir yararlanılmadığı sorusunu eminim sizde soracaksınız..... Oktay Sinanoğlu 1935′te doğan Sinanoğlu, 1953’te Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesini burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti. 1956’da ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi. 1957’de Massachusetts Institute of Technology’yi ( MIT ) 8 ayda birincilikle bitirerek Yüksek kimya Mühendisi oldu. 1960’ta Yale Üniversitesinde “asistant professor” (yardımcı doçent ) olarak çalışmaya başladı. 26 yaşında iken atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile “associate professor” (doçent) ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı ve “full professor” ( profesör ) ünvanını aldı. Bu ünvan ile modern üniversite tarihinin ve Yale Üniversitesi tarihinin en genç profesörü oldu. 1964’te ODTÜ’ye danışman profesör oldu. Yale Üniversitesinde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. Dünyada yeni kurulmaya başlayan Moleküler Biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu. (Watson ve Crick sarmal modelindeki dna sarmalının çözelti içinde o halde nasıl durduğunu keşfeden adam – solvofobik kuvvet ) Amerikan Ulusal bilimler akademisine Üye olarak seçildi. Buraya seçilen ilk ve tek Türk oldu. İki defa Nobel’ e aday gösterildi. Defalarca Nobel Akademisinin isteği üzerine Nobel’e adaylar gösterdi. Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi. 26 yaşından beri devam ettiği Yale Üniversitesinde Moleküler biyoloji ve kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesinde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde Profesör olarak görevini sürdürüyor. İkinci Kaynaktan Bilgiler Babasının (Nüzhet Haşim Sinanoğlu) bir başkonsolos olarak görev yapmış olduğu Bari’de doğdu. 1939 yılında İtalya’da II.Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye’ye döndü. Oktay Sinanoğlu, sonradan TED Koleji olan Ankara Yenişehir Lisesi’ne 1953 yılında burslu öğrenci olarak girdi ve okulu birincilikle bitirdi. Okulun bursuyla Kimya Mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti. 1956′da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi. 1957′de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu. “Alfred Sloan” ödülünü aldı. 1959′da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960′ta Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu. 1960-61 yıllarında atom ve moleküllerin çok-elektronlu kuramı ile “Doçent” oldu. 1963′te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28 yaşında “tam profesör” unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde bu sanı kazanan en genç öğretim üyesidir. 1962 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi. Yale Üniversitesi’nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973′de Almanya’nın en yüksek “Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü“nü ilk kazanan kişi oldu. 1975′de Japonya’nın “Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü“nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976′da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü “Elena Moshinsky” ile ödüllendirildi. Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi. 1980′li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı. Ancak 1988′de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi görmedi. 1993′te Yale Üniversitesi’ndeki profesörlük görevlerinden erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye’ye dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de emekliye ayrıldı. Türkiye‘de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe’nin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir. Yaşamı boyunca Kuantum mekaniği’ne birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M.Dirac’in de üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, “Kuantum mekaniği”nde, Hilbert uzayının topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü. Böylece Kimya bilimini bu topolojik inceleme ile sağlam bir temele oturttu. Ünlü sanatçı Esin Afşar’ın ağabeyidir. Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir: * Many Electron Theory of Atoms and Molecules (1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı * Solvophobic Theory (1964) – Çözgeniter kuramı * Network Theory (1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı * Microthermodynamics (1981) – Mikrotermodinamik * Valency Interaction Formula Theory (1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı

Yeni Bloklaşmalar, Enerji Paylaşımı Ve 2025'in Dünyası------Ne Olacak Dünyanın Hali

Ne Olacak Dünyanın Hali ABD'de doğrudan başkanlığa danışmanlık hizmeti veren National Intelligence Council (NIC - Ulusal Düşünce Kurumu) 2025 yılında nasıl bir dünya düzeni içinde yaşayacağımıza ilişkin tahminlerini "Dönüşen Dünya" başlıklı bir raporla açıkladı. Bu tahminlerin doğruluğu yanlışlığı tabii ki tartışmaya açık ancak kaynağın rolü önemli olsa dahi neyin konuşulup tartışıldığını bilmek gerekli. Yeni uluslararası aktörler 2025 yılında dünyayı daha karmaşık bir uluslararası sistem bekliyor. Dünya bu süreçte güçlü ülkelerin otoritesinin daha etkin olduğu bir yaşam sürüyor olacak çünkü yeni küresel güçlerin devreye girmesi, bütçe açıklarının büyümesi, bölgesel blokların genişlemesi ve devlet dışı aktörlerin (finansal güçler, uluslarüstü şirketler, mafyatik kurumlar, terör örgütleri vb.) ekonomik olarak gelişmesi sürecek. ABD'nin bugünkü otoritesini paylaşmak zorunda kalması ve yeni büyük aktörlerin daha etkin bir hâl alması, devlet dışı aktörlere ait olan gücün sınırlandırılmasına yol açacak. Bölgesel güçler bu kısıtlamayı gerçekleştirecek olan en önemli etken. Asya'da halihazırda işbirliği içinde çalışan ve bölgesel güç olmaktan, küresel güç olma yoluna bugünden giren ülkeler bu sınırlamaya en önemli katkı yapan ülkeler olacak. Rapor bölgesel güçleri üç başlık altında topluyor: Kuzey Amerika Bloğu, Avrupa Birliği, Doğu Asya Bloğu. 2025 yılında dünyanın en güçlü ülkesi yine ABD olsa da bugünkü gibi kendi başına hareket eden bir ülke olmayacak. Yükselen anti-Amerikanizm'in devamı, ABD'nin Ortadoğu politikalarında dengeleyici bir unsur haline gelmesine yol açacak. ABD uluslararası stratejilerini daha da güçlenecek olan Rusya ve Çin'in politikalarına göre belirleyecek. 2025 itibarıyla Çin'in dünyadaki en büyük ikinci ekonomik, lider askergüç olacağı öngörülüyor. Çin'in büyümesi sürecek olsa da; ülke içi güvenlik, çevre kirliliği, iş dünyasındaki eksik düzenlemeler nedeniyle, ekonomisi dünya pazarına açılan Çin'de değişimlere yol açacak. Komünist Parti, toplumsal esnekliğin sağlanması açısından politikaları hakkında şeffaflaşmaya yönelecek ama bu durum sistemi serbest seçim ortamı ve basın özgürlüğü gibi konularda açılım yapmaya yöneltmeyecek. Dünya politikasındaki kilit rol Hindistan'da olacak. Çok kutuplu dünya düzeninde Yeni Delhi önemli bir köprü görevi görecek. Demokratikleşme ve ekonomik yükseliş, Hindistan'ın uluslararası düzende güvenini yükseltecek. Enerji ve teknoloji üretimindeki istikrarlı yükselişini sürdürecek olan Hindistan, Washington'ı patron olarak görmeyecek. Tam tersi, bu güç Hint diasporasını ABD'de söz sahibi hâle getirecek. Aktüel Dünya Dergisinden....

10 Mart 2013 Pazar

SEVGİ NEDİR?

Sevgi Nedir, Neyi Seviyoruz?

"Dünyadaki en güzel şey nedir?" sorusunu Sacha Guitry, "Sevmek sonra da sevilmek" diye yanıtladı. "Neden sevmek sevilmekten daha güzel?" diye sorulduğunda ise cevabı: "İnsan sevdiğine sevildiğinden daha emindir de ondan" oldu.Sevilmekten ziyade sevebilmek bir mucizedir. Dünyaya geldiğimiz an tanışıp memnun olduğumuz ilk şey sevgi olsa gerek. İşte bu tanışıklıktan itibaren sevgi hayatımıza girer ve ölünceye kadar da bizimle beraber olur. Çünkü insan yaşamının her devresinde sevgiye ve ilgiye açtır.Bu açlığı da sevgiden başka doyuracak bir şey yoktur. Farklı dillerde de konuşsak ya da hiç konuşamasak da, gözlerimizin dilidir. Sık sık duymak istediğimiz, duymaktan sıkılmayacağımız iki kelimedir “Seni seviyorum”. Neden sadece flört dönemine geldiğimizde bu iki kelimeyle tanışıyoruz. Halbuki anne kızına, torun nenesine,arkadaş arkadaşa hatta gelin kaynanasına ,kaynana gelinine söyleyebilmeli.Artık bu formülü hayatımızdaki tüm sevdiklerimize verelim. Ben buna formül diyorum çünkü tıpkı bir iksir gibi söylediğiniz anda karşınızdaki kişinin yüzünü somurtkanlıktan gülümsemeye çevirebiliyor. Deneyin, göreceksiniz.Kendimizi sevelim başkalarını da sevelim. Bu his, hepimizin acı ve sıkıntıları olmasına rağmen bize güç verecek yaşama karşı duruşumuzu daha sağlamlaştıracaktır. Kalplerimizi açıp sevgimizi sunalım. Buna karşı koyabilecek güçteki kişilerin yeryüzünde olduğuna ben inanmıyorum. Çünkü hepimizin tek ve bitmek bilmeyen ihtiyacı sevgi! Doğuştan sahip olduğumuz Allah'ın bize verdiği en güzel nimetlerden biri olan bu insani yeteneğimizi geliştirmemiz gerekir. Kendimizi ne kadar tanıyoruz? Kendimize iyi ve güzel şeyleri layık görüyor muyuz? Görmüyorsak kendimizi sevmiyoruz demektir. Kendini sevmek derken bencilliği kibri ve gururu kastetmiyorum. Bencil insan, kendini dolayısıyla da kimseyi de sevmeyendir.Hayata ve çevremize şöyle bir bakalım. Sevmek ve sevilmek duygusu hepimizde vardır. Birini sevdiğimizde bu sevgiyi gösterebilmenin ya da gerçek olduğunu kanıtlayabilmenin yolu da emek vermek, çaba göstermek yani birisi yada kendimiz uğruna bir adım fazla atmak ya da bir mil fazla yürümektir. Selvi Boylum Al yazmalım filmini bilmeyenimiz yoktur. Filmin sonlarına doğru Türkan Şoray' ın son sözleri sevgiyi ne güzel tanımlıyor değil mi ? "Sevgi neydi ?Sevgi sıcacık insan eliydi.Sevgi emekti" 11-12 yaşlarındaydım hiç unutmuyorum, bir Emine Teyzemiz vardı. Ellerinden sevgi aktığına inanıyorlardı. Sık sık etrafındakiler, "Emine çöp diksen çiçek fışkıracak." derlerdi. O zamanki aklımla ne demek istediklerini pek anlamasam da çiçekler ve Emine Teyzem bana diğer gördüğüm insanlardan farklı geliyordu. Çiçeklerini çocukları gibi severdi evine giren herkes bu sevgiyi hissediyor ve besleniyordu. Bazen bakkala giderken O'na da uğrardım. Elime bir lokum sıkıştırır, çiçeklerini anlatmaya başlardı. "Su dökmek çiçek sulamak demek değildir. Tatlı dille onları sevmeliyiz.” derdi.Ben de sanki anlıyormuşum gibi dinlerdim. Oysa şimdi onu daha iyi anlayabiliyorum. Allah sevgiyi bütün canlılara hayat kaynağı olarak yaratmış, hayvanlar bitkiler bile sevgi, şefkat ve merhametle daha güzel gelişip güzelleşiyorlar. Yediğim lokumların lezzetini de hala unutamam. Ne güzel günlerdi...Peki sizin çiçekleriniz ne durumda? Şimdi bizler ise kuruyup giden çiçeklerimizden dert yanıyoruz. Camımızın kenarında ya da çalışma masamızın üzerinde duran menekşemizin suyunu her gün verebiliriz. Gonca vermiyorsa bunun nedenini çiçekten bilmeyelim, bu bizim kendi sevgisiz bahçıvanlığımızdan kaynaklanabilir.Sevgimizi hissettiremiyor ve gösteremiyorsak ne bekliyoruz? Bir saat sonrasına çıkacağımızın garantisi var mı? Dünyayı döndüren sevgi için hepimiz elimizden geleni yapmalıyız. Sevgi gönül cömertliği ister. Cimri gönüllerde büyük sevgiler asla barınamaz. Sonsuza dek yaşamayacağız.“Aman o benim onu ne kadar sevdiğimi bilir.” diye düşünmeyelim. Çünkü bazen inandığımız şeyler doğru olmayabilir. Bazı insanlarda bizi çok seviyordur. Fakat bunu nasıl göstereceğini bilmiyor olabilirler. İşte bu tarz insanlar da kimi zaman bizimle aynı fikri paylaşarak bizi sevdiklerini hissettirebilirler. Sevgiyi göstermemek sağlıklı iletişimi, içtenliği, yakınlaşmayı, güveni engeller ve sonuç yalnızlık olur.Oysa sevgi şefkati, şefkat merhameti, merhamet de sabır ve hizmeti üretir. Ne yapalım önümüze gelene “Seni seviyorum” mu diyelim diyebilirsiniz. Yo, en azından sokağa çıktığımız zaman aynı kaldırımdan yürüdüğümüz ton ton teyzeye gülümseyebiliriz. Gülümsemek sevginin yüz ifadesidir. Aslında ne yaptığımız o kadar da önemli değil. Sadece bir şey yapalım.Neden sevdiklerimize bu formülü vermekte gecikelim?İnsanlara sevdiğimizi bildirmenin en iyi zamanı şimdiki zamandır. Di'li geçmişler ise bize çoğu zaman pişmanlık verebilir. Eğer sevdiğimizi söylemeye çekiniyorsak onlara içten bir şekilde sarılalım. Kucak dolusu sevgimizi onlara verelim. İşte bu da sevginin vücut dilidir.Ben tecrübelerim sonunda şu gerçeği anladım ki sevildiğinden emin olmayan bir insanı tıbbınen iyi ilaçları dahi hayata bağlayamaz. Bütün mutlulukların başı Sevgi, evet sevgi iyileştiriyor.Sevgiden nasibini almış bir gecekondu çocuğu sevgiden mahrum kalmış bir fabrikatör çocuğundan daha mutludur. Sevmeyi bilmeyen insanlardan ne iyi anne, ne iyi baba, ne iyi yönetici, ne de iyi bir eğitimci olur.Her şeyin başı sevgi, her şeyin ortası sevgi yine her şeyin sonu sevgi... Kendimize vesevdiklerimize cömert davranalım. Kırgınlıklarımızı azaltıp ifade ettiğim gibi sevgimizi çoğaltalım.Tüm Sevgimle...